
“Ey gece, canım dostum, yoldaşım. Senle benim aramıza biri girdi. Gördün mü ne yaptı? Şu güzelim bahçeye ekilecek onca güzel ağaç varken geldi, bahçenin tam orta yerine, herkesin gözüne sokarcasına bir zakkum ağacı ekti. Ey gece, bu nasıl bir gaflettir, nasıl bir şaşkınlıktır, yoldan çıkmadır. İncir, kayısı, ceviz, elma varken bu zakkum buraya nasıl ekilir? Bunu hangi zihin, hangi dürtü yaptırır? Bir de zakkumun etrafını kuşatmış, ‘Bunu kimseye elletmem,’ diyor. Her gün hiç üşenmeden gelip gidip suluyor. Ama ne sulama! Davulla zurnayla herkese göstere göstere. Ey gece, bu edepsizlik, bu hoyratlık, bu aşırılık… Bir de bazıları toplanmış bu zakkuma secde edip durmaya başlamışlar bahçenin orta yerinde; eken, onların başında eğilmeyeni terbiye ediyor.” “Ey gece, sonsuzluk makamında menzil tutmuş yoldaşım, bu çirkinliğe, bu iğrençliğe ne göz dayanıyor, ne kalp ne de vicdan. Sen nasıl dayanıyorsun? Bir sır ver de biraz gönlümüz ferahlasın.”
“Selam sana ey insanoğlu, sen onları o zakkuma taparken görüyorsun ama görüntü seni şaşırtmasın; onun meyvesinden hepsi köşe bucak kaçar. Sen bir imtihan üzerine gerekirse o zakkumun zehrini yemeye hazır mısın?” “Ey gece, evet, gerekirse hazırım!” “Ey insanoğlu, zehrini yemeye hazır olduğun zakkum artık seni rahatsız etmez. İstediğin şeyin sırrı budur.” “Bu sırrı paylaşabilir miyim?” “Evet, bu sırrı paylaşmak sana haktır. Zakkuma secde edenleri dert etme. Sakın onları elleme. Dönüş günü geldiğinde secde ettikleri şey onları zaten kuşatacak. Yolu belli olanların yolunu sen düzeltemezsin. Kitaba sarıl, bunları Rahman’dan dinle!”
“Selam olsun sana, Gece, benim eşsiz yoldaşım.”
“Sana da selâm olsun ey insanoğlu!”