Yapay Zeka ve Bilinç – Psikodinamik Yaklaşım

Bu yazıyı yazmama yol açan temel sebep, Yapay Zeka ve Bilinç üzerine yapılan neredeyse bütün tartışmaların sığlığı, yüzeyselliği ve sıkıştırıldığı dar çerçevedir.
Uzmanlardan tutun konunun önde gelenlerine kadar hemen her yerde bu sığlığı görüyoruz. Bu sığlığın temel sebeplerinden biri, konuyu tartışanların insanla ilgili bilgilerindeki sığlığın bir yansıması aslında veya en iyi ihtimalle insanı insanla açıklama girişimi olan psikolojinin göz ardı edilmesidir. Tartışmalarda bu hususun neden dikkate alınmadığı gerçekten çok ilginçtir ve sanırım ancak başka bir yazıda ele alınabilir. Bu, kendine yabancılaşma mıdır? Belli bir çıkar çatışması mı içermektedir, otosansür müdür bilmiyorum.
Temel sorun, konunun tamamen bilişsel (cognitive) çerçevede ele alınmasıdır. Bu çerçevede zeka, salt bilişsel bir olgu olarak ele alınarak bunun yapay olanının insanın sahip olduğuyla aynı dinamikler tarafından şekillendiği kestirme varsayımı ile ilerleniyor. Ve bu noktadan bir adım öteye geçilerek belli bir aşamadan sonra doğal olarak bilincin gelişmesi bekleniyor. Bu doğal gelişimi beklemek ne kadar gerçekçidir? Bilişsel bir olgunun sıçrama yaparak bilinç sahibi olması mümkün müdür?
Bu sorular anlaşılabilir ancak soruyu soranların kendilerini sıkıştırdıkları alan bu soruya yanıt bulabilmenin doğru zemini değil. Yaklaşım hatası doğal olarak en nihayetinde ya ön kabullere yol açıyor veya içinden çıkılması imkânsız felsefi tartışmalar içine sürüklenilmesine sebep oluyor.
Örneğin, Nobel ödüllü matematikçi Geoffrey Hinton, yapay zekanın babası olarak kabul ediliyor. Hinton çok yakın zamanda Yapay Zeka çalışmalarından ayrıldı. Ayrılma sebebini, Yapay Zekanın bilinçli hale gelmesi ve bunun onu korkutması olarak açıklıyor. Birçok röportajda bu korkusunun temel sebeplerini yine bilişsel yaklaşımla izah ederek temellendirmeye çalışıyor.
Bir başka yaklaşım Nobel ödüllü saygıdeğer fizikçi Roger Penrose‘dan geliyor. Ona göre Yapay Zeka hiçbir zaman bilinçli hale gelemez çünkü bunun için fiziksel dünya ile bağının insanın fiziksel dünya bağı seviyesine gelmesi olanaksız. Penrose’a göre bu çipler üzerinden gelişemez. Çünkü ona göre bilinç, matematiksel bir olgudan öte kozmik bir olgu. Biz de bu görüşe katılıyoruz. Ancak Penrose çıkarımını temellendirirken genel izleyicinin anlaması neredeyse imkânsız matematiksel ve astrofiziksel bir açıklama yapıyor. Yaklaşımını açıklamaya çalışırken gerçekten buna inandığını görebiliyorsunuz ama aynı zamanda konuştuğu kişiye açıklarken ne kadar zorlandığını yüz ifadesinden rahatlıkla anlayabiliyorsunuz.


Bir diğer grup Yapay Zeka bilinç ilişkisini kurarken Turing Testi yaklaşımını temel alıyor. Turing testi, bilincin özü ile ilgilenmeden fenomenolojik bir yaklaşımı temel alıyor. Bu yaklaşımda test ettiğimiz varlık ve bir insan ile ekran aracılığıyla iletişim kuruluyor. Eğer iletişim kurduğumuz iki varlık arasında bir fark tespit edemiyorsak test geçilmiş kabul ediliyor. Bu yaklaşım son derece pragmatik ama bazı açılardan sorunlu.
Dil-iletişim ile bilinç ilişkilendirilirken birçok şey aslında gözden kaçırılıyor. Örneğin, konuşma yetisinin kaybı, bilinç kaybı demek değildir. Ayrıca dil ile bilinç arasında kurulan bağ mutlak bir bağ değildir. Dil ile bilinç arasında bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Ancak evrimsel olarak bilincin dilden önce gelişmiş olması gerekir. Aksi takdirde dilin gelişimi öncesi yaşamış ve insanlık tarihinin en uzun döneminde bulunmuş tüm insanların bilinç taşımadıkları sonucu ortaya çıkar. Bilince dair bir sıçrama gerçekleşmiş olabilir. Ancak bu dilden önce olmalıdır. Dil olmadan bilinç pekala var olabilir. Hatta bunu başka tür canlılarda da belli bir seviyeye kadar gözlemleyebiliriz. Tüm bu açıklamaların doğal sonucu dil üzerinden kurulan iletişimin bir varlığın bilinç sahibi olduğunu ispatlaması imkânsızdır. İletişim sonucu buna ikna edilmiş olmanız farklı bir durumdur, o varlığın gerçekte bilinçli olması farklı bir durumdur. Ben şahsen zaman zaman diğer canlılarla örneğin, tavuklar, kediler ve köpeklerle temas kurduğumda hiç sohbet etmediğim halde bilinçli olduklarını düşünmekten kendimi alamıyorum. Üstelik beni ikna etmeye dönük hiçbir çaba sarf etmedikleri halde! Sonuç olarak dil ile bilinç arasında ayrılmaz bir ilişki kurmak bilincin varlığını dil üzerinden test etmek hem yetersiz hem de gözlemlerimizle çelişmektedir.
Şimdi tartışmaların sıkıştırıldığı çerçevenin dışına çıkarak derinlik psikolojisi veya psikodinamik yaklaşım üzerinden konuya nasıl yaklaşabileceğimize bir bakalım.
Bebeğin gelişiminde konuşmaya başlaması önceki dönemi düşünelim. Unutmayalım çocuğun gelişimi bir açıdan tüm insanlığın evrimleşmesinin de kesitlerini yansıtır. Çocuk kendi farkındalık duygusunu dil gelişiminin çok öncesinde elde eder. Bu ara dönemde bunu ifade edemez ama birçok gözlemle çocuğun kendisinin farkında olduğu deneysel olarak gözlemlenmiştir. Dil ile bilinç arasındaki bağ organik bir bağdır. Ve önce gelişen bilinçtir.
Şu gelişim aşamalarına bakalım: Bebekler ilk aylarda “agu” gibi sesler çıkarırken, 4-6 ay civarında “ba-ba” gibi hecelerle babıldamaya başlarlar ve genellikle 12-18 ay arasında ilk kelimelerini söylerler. Ardından, 18-24 ay arasında kelime dağarcıkları hızla genişler ve basit cümleler kurmaya başlarlar, 2-3 yaşlarına geldiklerinde ise daha karmaşık ve anlaşılır cümleler kurabilir hale gelirler. Eğer dil bilinçten önce gelişiyorsa en iyi ihtimalle bebekler bir, bir buçuk yaşına kadar en kötü ihtimalle üç yaşına kadar bilinç sahibi olamıyorlar! Turing testini geçebilmek için 6-7 yaşına kadar büyümeleri gerekiyor!
Bütün bunlardan şu sonuca varmak mümkün. Önce sahip olunan bilinç. Dil bilinçten sonra ortaya çıkabilir veya çıkmayabilir. Otizmde bunu görüyoruz. Otistik bireylerin dil gelişimi oldukça sınırlı olabilmektedir. Ama bilinçli olmadıklarını iddia edemeyiz. Çevrelerini algılıyorlar ve bazen son derece ileri seviyede ilişki geliştirebilirler.
Peki soruyu tersten sorar isek dilden bilinç ortaya çıkabilir mi? Yani tavuk olmadan yumurtası olabilir mi? Yani bilinç olmamışken salt dil diye bir varlığın, o ne demek ise, bilinç ortaya çıkarmasını beklemek… Biliyorsunuz AI şu an LLM (Large Language Model) Türkçesi ile Geniş Dil Modeli üzerinden gelişiyor. Bunun gelişiminde temel modelleme nöral ağ modellemesine dayanıyor. Bu model insan beyninin yapısından esinlenerek kurgulanıyor. Kendisini geliştirme özelliğine sahip ve bunu yaparken internetteki dil kullanımını internetteki büyük veri tabanından elde ediyor ve kullanıcı geri bildirimi ile yeniden ve yeniden kendisini şekillendiriyor. Ama temel dayanak matematik ve dil. Ancak unutmayalım bilinç hem matematikten hem de dilden önce gelişmeli. Bu veri, yöntem ve kurgunun kendi başına bilinç geliştirmesi; bilincin organizmadan, insandan bağımsız orada burada bir biçimde ortaya çıkabilecek bir olgu olarak kabul etmemizi gerektiriyor. Böyle bir durumda bahsettiğimiz şey bizim anladığımız anlamda insanın sahip olduğu bilinçten farklı bir şey demektir. Yani hayaletlere inanmayanlar şimdi bizi hayaletlerin var olabileceğine inandırmaya çalışıyorlar.”
“Bilinç insana ait bir özellik olduğuna göre şimdi gerçek anlamda bilinç sahibi olmak ne demek, bunu Psikodinamik yaklaşımla ele alalım ve Yapay Zekaya atfedilen şeyle karşılaştıralım ve bakalım Yapay Zeka buna ne kadar yaklaşmış ve yaklaşabilir.
Psikodinamik yaklaşım temel olarak hâlâ etkisi devam eden gelişim psikolojisi odaklı, temel olarak Freudyen ama onunla sınırlı değildir. Bu çerçeve içinde bilinç, tek başına var olan statik bir olgu olarak ele alınmaz. Burada bahsedilen bilinç, organik ve dinamik bir varoluş sergiler. Bu yaklaşıma göre bilinci insandan bağımsız bir olgu olarak düşünemeyiz. Dinamik güç ilişkileri ve çatışmalar içindeki bir olgudur. Çünkü onu taşıyan varlık, yani insan kendisini hem yaratan besleyen ama aynı zamanda onu tehdit eden doğanın ayrılmaz bir parçasıdır. Bilinç bu çatışmaların merkezindedir. Çatışmanın olmadığı bir bilinç, eğer varsa ancak kozmik bir bilinçtir. Bu, Budistlerin veya sufi dervişlerin ulaşmaya çalıştıkları ve zaman zaman ulaştıklarını iddia ettikleri durumdur. Bu durumu not edip ilerleyelim. Not edelim dememin sebebi Yapay Zekanın bir gün bu aşamaya gelebileceğini iddia edenlerin de var olması.
Bildiğimiz anlamda insana ait olan bilinç gibi bir olguyu bir başka varlığa yüklerken bu olgunun içinde bulundurduğu dinamizmi göze almadan bunu statik bir yeti gibi başka bir varlığa yüklemek çok kestirme ve eksik bir yaklaşımdır. AI için nöral modeller üzerinden ilerlendiğini biliyoruz. Bu modellerin insandaki bilinci ortaya çıkarma potansiyeli en çekici ve güncel yorum. Yine felsefe yapmaktan özellikle kaçınarak psikodinamik yaklaşım üzerinden devam edelim.
Bu bilincin Altı, Üstü ve Ortası vardır. Sürekli fantastik arzulara tatmin bekleyen ve baskı yaratan bilinçaltı (id), dışsal ve içselleştirilmiş normlara uymaya zorlayan Süper ego ve bu iki dinamiğin arasındaki çatışmayı düzenlemeye çalışan bir merkezi Ego olmalıdır. Yani bilinç; altı, merkezi ve üstü olan son derece dinamik olgudur. Bilinç salt bilen, kavrayan, anlayan, kendinin farkında olmayı sağlayan bir varlık değildir. Eğer insana ait olduğunu düşündüğümüz bilinçten bahsediyorsak buna sahip varlığın pek çok zaman sezeceğimiz psikopatolojik durumları da yansıtması gerekir. Neden böyledir? Çünkü insan zorlu bir yolculuğun eseridir. Her şeyiyle. Ve bu zorluklar sahip olduğu bilinci yaratırken aynı zamanda onu çok değişik biçimlerde sınar. Bu sınamalar onun kaldıramayacağı noktalara ulaştığında bilinç bunları bir biçimde halletmeye çalışır. Öyle veya böyle bazı savunma mekanizmaları geliştirir. Yeryüzünde bilinç sahibi hiçbir insan bu çatışmadan kendini tamamen sıyıramaz. Savunma mekanizmaları da zorlandığında, ki bu çok sık olur, ortaya psikopatolojik durumlar çıkar.
Bilinç sahibi olmanın bedeli insan için psikopatolojik durumlardır. Örneğin, kaygı bozuklukları, çaresizlik ve umutsuzluk hisleri, depresyon, paranoya, intihar ve kendini yok etme düşünceleri ve davranışları, saplantılar, takıntılar, delüzyonlar, halüsinasyonlar ve hatta psikotik ataklar. Bu durumlar bazen onun yaratıcı dinamiğinin de temel kaynaklarıdır. Bilinç sahibi olmak aynı zamanda kendisinin ve diğerlerinin ölümlü olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmektir. İnsan denen varlığın sahip olduğu bilinç böyle bir bilinçtir. Öyle her şeyi bilen, güzelce hesaplayan, rasyonel, pür dil ve zekadan ibaret bir şey değildir. Böyle bir bilinç hiç var olmamıştır.
İnsan bu evrenin çocuğudur. Evrenin yaşı 13 milyardır. İnsanın yeryüzündeki diğer türlerden ayrışması yaklaşık 6 milyon yıl sürmüştür. Bildiğimiz şekle bürünmesi 300.000 yıl önce gerçekleşmiştir. İnsan denen varlığın evrimleşmesini sağlayan verinin yoğunluğu ve miktarını gözünüzde canlandırın. Bu veriyi sunuculara yüklemeye kalksanız belki de tüm Samanyolu galaksisini sunucu olarak kullanmanız gerekir. Ancak ondan sonra belki insan için kullandığımız bilinç denen şeye ulaşabilirsiniz. Bu bağlamda Penrose haklıdır. Ancak bunu izah ederken kullandığı yöntem sorunludur.
Biz de Yapay Zekanın bilinçli olabileceğine inanmıyoruz. Bunun imkânsızlığı teknolojik değil kozmolojiktir. Evrende var olan veya bahsettiğimiz hiçbir varlık kozmolojik sınırlamaları aşamaz. Bunu aştığını iddia ediyor olması veya ikna edici olması böyle olduğunu göstermez. İnsana ait bilinç başka her varlığa kaldıramayacağı kadar ağır gelir. Bunu kaldırmakta insan bile hâlâ zorlanmaktadır.

Paylaşım