
Mustafa Kemal Atatürk, Meclis Konuşması, Nutuk
“17 Teşrinisani [Kasım] 1922 tarihli resmi bir telgrafın ilk cümlesi şu idi: “Vahdettin Efendi bu gece saraydan kaybolmuştur.” Bu telgrafnamenin daha bir iki cümlesini 18 Teşrinisani [Kasım] 1922 gününe ait Meclis zabıt ceridesinde okumuşsunuzdur. Fakat telgrafnamenin aslında, kayboluşun kimlerin aracılığıyla vuku bulduğu ihtimalinden ve emanetlerini nasıl muhafaza edildiğinden vesaireden bahseden alt tarafı da vardır. Aynı günkü zabıtta okunmuş olan bir mektup suretiyle, ona ekli -ajanslara yayımlanmış- bir beyanname suretini de tekrar okuyalım:
Mektup Sureti: Bir nüshasını eklediğim resmi beyannamede söylendiği gibi, Zatı Şahane kendisini İngiltere’nin himayesi altına koyarak bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul’dan ayrılmıştır. 17 Teşrinisani [Kasım] 1 922 İmza: Harington
Resmen beyan olunur ki, Zatı Şahane mevcut vaziyet neticesinde hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden, bütün İslamların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbul’dan başka bir yere naklini talep etmiştir. Zatı Şahane’nin arzusu bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye’deki İngiliz kuvvetlerinin Başkumandanı General Sir Çarls Harington Zatı Şahane’yi almaya giderek, bir İngiliz harp gemisine kadar kendisine refakat etmiş ve Zatı Şahane vapurda Bahrisefit Filosu Umum Kumandanı Amiral Sir de Bruk tarafından karşılanmıştır. İngiltere Fevkalade Komiser Vekili Sir Nevil Henderson Zatı Şahane’yi gemide ziyaret ederek Kral V. Jorj’a bildirilmek üzere arzularını sormuştur.
…
Sakat bir veraset usulü neticesi olarak, büyük bir makam, tantanalı bir unvan elde edebilmiş bir sefilin, izzetinefsi çok yüksek, asil bir milleti nasıl yüz kızartıcı bir vaziyete düşürebileceği, o zaman daha tabii surette anlaşılır. Hakikaten, her ne sebep ve suretle olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyet ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahlukun, bir dakika dahi olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne hazindir! Teşekküre değerdir ki, bu alçak, kendisine miras kalan saltanat makamından millet tarafından düşürüldükten sonra, alçaklığını tamamlamış bulunuyor. Türk milletinin bu erken davranışı el bette takdire layıktır.
Aciz, adi, his ve idrakten mahrum bir mahluk, kabul eden herhangi bir yabancının himayesine girebilir; fakat, böyle bir mahlukun bütün İslamların halifesi sıfatına sahip bulunduğunu ifade etmek elbette uygun değildir. Böyle bir anlayışın doğru olabilmesi, evvelemirde bütün İslam kütlelerinin esir olmaları şartına bağlıdır. Halbuki cihanda hakikat böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihi hayatımızca hürriyet ve bağımsızlığa timsal olmuş bir milletiz! Kıymetsiz hayatlarını iki buçuk gün fazla, sefilce sürükleyebilmek için her türlü aşağılığı mubah gören halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Bu suretle devletlerin, milletlerin yekdiğeriyle münasebetlerinde, şahısların, bilhassa mensup olduğu devlet ve milletin zararına da olsa şahsi vaziyet ve hayatlarından başka bir şey düşünemeyecek pespayelerin ehemmiyeti olamayacağı yolundaki malum hakikati teyit ettik.”
M.K. Atatürk, Nutuk
