Felsefe ve Bilim Üzerine

Evet, işte en çetrefilli konuya değinelim ki neden bundan da uzak durduğumu açıklayayım.
Bana öyle bir felsefi sistemle gelin ki içsel tutarlılığı karşısında kendimden geçip “Evet, işte bu! Hakikat tam karşımda duruyor. Buldum ve artık her şeyi bir kenara fırlatıp bu hakikat içinde yok olabilirim,” diyebileyim. Benim kriterim bu.
Belki “Sen denk gelmedin veya denk geldin de anlamadın,” diyebilirsiniz. Dostum, seni temin ederim ki antik Yunan’dan Kant’a kadar, bilim felsefesi dâhil okumadığım, etüt etmediğim kişi kalmadı. Bu gözler binlerce saatini bu uğurda harcadı. Ama olmadı, olmuyor.
Şimdi burayı bir sürü kavramla doldurmak mümkün. Metafizik yapmaktan kurtulamayan hiçbirine denk gelmedim. Bilimi de bunun içine koyuyorum. Adam “Hakikate bilimle ulaşılır,” diyor. Ben de soruyorum: Aletin ne? Matematik. Peki matematik ne?
Matematikle yıllar geçirdim, hem de ileri seviyede ve çok hoşuma da gider. Ama bilim olarak kullandığın aletin, matematiğin doğası üzerine bir kelime bile söyleyemezken senin “hakikat” diye ortaya koyduğun şeyin metafizikten farkı nedir? Bir açıklaman var mı? Mesela Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi eserinde matematik ile ilgili ortaya koyduğu “Matematiksel Yargılar Sentetik A Prioridir” iddiası karşısında ya çaresiz kalıyorsun ya da yine metafizik yapıyorsun. Metafizikten kaçışın var mı? Yine Kant’a göre bizim deneyimlediğimiz dünya (fenomenler dünyası), zihnimizin a priori formları (zaman, mekân ve anlama yetisinin kategorileri) tarafından şekillendirilmiş bir görünüşler dünyası iken, “kendinde şeyler” (numenler dünyası) ise bizim doğrudan bilemeyeceğimiz, deneyimimizin ötesinde kalan gerçeklikler değil mi? Yani zaman ve mekânı evrene biz empoze ediyoruz! Newton’a göre zaman ve mekân, nesnel ve evrensel varlıklar olup, olayların içinde gerçekleştiği bağımsız birer “sahne” gibiyken Kant ise bu “sahnenin” aslında bizim zihnimizin bir ürünü olduğunu savunarak felsefeyi sarsmadı mı? Tanıdık geldi mi? Kuantum fiziği!
Dünyaya, evrene, işleyişe veya hakikate dair her iddia, ister bilimsel ister felsefi olsun, eninde sonunda kişinin kendi inancı, aidiyeti, geçmişi, yatırımı, kişiliği, korkuları, arzuları, kabul görme beklentisi veya eleştirilme korkusu ya da hırsı ile şekillenmiyor mu? Yani bu meselelerle ilgilenip “hakikati” arayıp bulanlar ve/veya bu hakikati çevresine empoze edenler dünya dışı ayrı bir tür varlık olarak mı buradalar? Bu da Nietzsche’nin eleştirisi olsun.
Yani tüm bu soruları soran ve bunlara yanıt arayan insan denen varlık bu işin içinde yok mu? İnsan işin içinde değilse hakikatin ne anlamı var? İnsan ile ilişkisi olmayan bir şey onu arayana ne anlatabilir?
Eğer insan işin içindeyse, daha önce sıraladığım psikolojik dinamikleri ile hakikati eğip bükmüyor mu? Bu da Nietzsche’nin eleştirisi olsun.
İster bilim adamı ol, ister felsefeci, ne fark eder? Ayrı bir tür değilsen, uzaydan gelmediysen, gökten inmediysen, ilim, bilim, felsefe bilgin allame de olsa hakikate dair ortaya koyduğun iddiadan kendini ayırıp sıyıramazsın (Kant, Nietzsche, Freud, Kuantum fiziği). Sıyırabilir misin? Kafayı sıyırırsan belki? O noktaya gelebiliyor musun?
Peki insanların tüm bu iyi niyetli veya hırsa dayalı uğraşı değersiz midir? Elbette değerlidir ama dogmatik biçimde empoze edilmeme kaydıyla. Çünkü güç dinamikleri her şeyin içindedir. Yeterince ilgilenmiş biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu da Nietzsche’den gelsin.
İşte bu çelişkiden uzak durabilmek adına kozmolojik ve insana dair açıklamalarda felsefe ve bilimi ikinci plana atıyorum. Bu yazı da bir çeşit felsefe değil mi? Bilmiyorum. Olabilir. Eğer öyleyse ilk ve son olsun ki çelişkilere düşüp durmayalım. Ama zevk için yapabilirim. Bak işte burada bile bir motivasyon var!
Hakikat iddiasını boşver kardeşim, ben bunları zevk için yapıyorum diyorsan helal olsun! Eğer zevk için yapmıyorsak hakikati arıyorsak o zaman hala ne kadar az şey bildiğimiz noktasından başlayalım olur mu?

Paylaşım